18 Şubat 2017

Şeyh Sait isyanını kim neden çıkardı? (1)  

 Bugün;14 Şubat 1925 tarihinde gerçekleşen Şeyh Sait İsyanını çeşitli yönleriyle anlatacağız.

 Şeyh Sait İsyanı'nın Ortaya Çıktığı Psikososyal Zemin

 Yapılan araştırmalar göstermektedir ki;Türkiye'deki dindar (Sünni) menşeli Kürt hareketlerinin Türkiye Cumhuriyeti'nden bağımsızlık şeklinde bir üslubları bulunmamıştır. Osmanlı'nın son devrinde bu coğrafyada dolaşan tüm istihbarat vazifelilerinin vardığı ortak nokta; Kürt aşiret reislerinin her şeye rağmen mevcut hükümetlere tãbi olmak şeklinde bir tutum içinde oldukları şeklindedir.

 Milli Mücadele günlerinde Prenses Hüseyinzade'nin karşılaştığı “Bir Kürt Beyinin Kürt meselesini abes bir mesele olarak nitelemesi ve daima vatana bağlı olduklarını zikretmesi”  bağlılığın kayda geçen örneklerindendir.

 Hal böyle iken Halk Fırkası'nın Van Mebusu olarak uzun süre Meclis'te vazife yapmış olan İbrahim Arvas, Şeyh Said İsyanı'nın ortaya çıkarılmasındaki tahrike çok çarpıcı bir dille şöyle dikkat çeker:“Bir Jandarma müfrezesinin Şeyh Said'e ait bir düğün töreninde onun evine gelerek bazı kanun kaçaklarının kendilerine teslim edilmesini istemeleri isyanı tetikleyen girişim olmuştur.Jandarma vazifelileri Şeyh Said'in ‘Bu talebin yörede hakim töreye ters düştüğü, 700 civarında silahlı şahsın arasından birkaç kişinin alınmaya çalışılmasının büyük bir vuruşmaya sebep olabileceği' şeklindeki ikazı faydalı olmamış yahut hususen dikkate alınmamıştır. Üstelik müfrezenin başındaki zabit ‘Ben emir aldım. Kaçakları götüreceğim' diye bastırınca müsademe çıkmış, silahlar patlamış ve iş büyümüştür.” (Arvas,1946:95)

 İsyanın başlamasının ardından basın, ayaklanma için biçilen gömleği büyük bir ustalıkla mağdurlara giydirmiş, “Şeyh Said'in Ermeniler ve İngilizler ile işbirliği yaparak bir krallık kurmak istediği” (Ateş,1998:64) kasıtlı bir şekilde kamuoyunda işlenmiştir.

 Şeyh Said İsyanı Üzerine Ankara'da Çıkan Hükümet Buhranı

 Ankara'da çıkan isyan ile ilgili devleti yönetenler iki ayrı kampa ayrılmış vaziyetteydiler. Atatürk'ün başında olduğu bir kısım devlet adamı çok sert tedbirler alınması gerektiğini ileri sürerken, Başbakan Fethi Okyar'ın başında bulunduğu grup olayın büyütülmemesi gerektiği, alınan  tedbirlerin yeterli olduğu kanaatindedirler.

 Dönemin Hariciye Nazırı İsmet Paşa sertlik yanlılarının başında gelmektedir.

 Bir akşam vakti, Cumhuriyet elitlerinin briç oynadığı esnada telgraf gelir, “Şeyh Said isyanı başladı.” diye. Telgrafı Atatürk'e verirler. O zaman Başvekil Fethi Okyar'dır. Atatürk onu işaret eder, “Ona götürün.” diye. Fethi Bey bakıp koyar kenara. Atatürk, Adama “Al onu” der “İnönü'ye götür.” O da başka bir masada oynuyordur. İnönü alıp okur, müsaade ister. Oyunu bırakıp Atatürk'ün yanına gelir, “Ne yapacağız?” der. (Öztürk,2012) 

 Bir başka sertlik yanlısı CHP Genel Sekreteri Recep Peker'dir. Ali Fuat Cebesoy, Peker'den şöyle bahseder: Bundan sonra Recep Bey uzun beyanatında hükümete şiddetle hücum etti. Lüzumlu tedbirlerin alınmadığını söyledi. Fethi Bey, Recep Bey'i şu kısa beyanatıyla susturdu:- Yazık ki idaresizliğiyle Kürdistan meselesini çıkaran bir insan, burada beni tenkid ediyor. Aldığımız tedbirler kâfidir. Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana boyamam. (Cebesoy,2007:544)

 Bu meclis oturumunda Kâzım Karabekir Paşa da söz alır ve şunları söyler: Ayaklanmaya sahne olan bölgede hükümetin yasal önlemler almasına taraftarız. Fakat doğal hukuku tehdit eden hiçbir kanuna taraftar değiliz.” (Kılıç-Turgut, 2010:243)

 Dönemin Başbakanı Fethi Okyar ve Kabinesi  olayın gereğinden fazla büyütüldüğü kanaatindedir.

 Hilmi Uran bu olayı şöyle anlatır: O kabinede  bulunan bir arkadaşımın bana sonraları anlattığına göre, Atatürk Fethi Okyar kabinesinin işi küçük görmekte olduğunu anlayınca bir gün kalkmış, başvekâlete gelmiş ve vekiller heyetini toplayarak, kendi huzuriyle bu meseleyi tekrar müzakere ettirmiş ve vekillerin birer birer reyine müracaat etmek suretiyle de ekseriyetin ne fikirde olduğunu anlamak istemiş. Fakat küçük bir azınlığın kendi fikrine taraftar çıkmasına mukabil kabine çoğunluğu, eski fikrinde ısrar ederek, yine Fethi Bey'e taraftar kalmış ve oralarda geniş bir askeri harekete lüzum görmemişti.(Uran,2007:169)

 Gelişmeler böyle olunca Şeyh Sait İsyanı Ankara'da bir hükümet buhranına sebep olur. Kılıç Ali bu olaya şöyle şahitlik eder:Atatürk, Fethi Bey'e “Sen bu işi beceremiyorsun, istifa etsen iyi olur” demiş, Fethi Bey bu tavsiyeyi dinlememişti. (Kılıç-Turgut, 2010:242)

 Bir süre sonra Atatürk, Fethi Okyar ile belirgin bir şekilde yollarını ayırır: Atatürk Fethi Beye şöyle bağırmıştı: “Hayır! Artık istifa söz konusu olamaz. Şimdi seni partiden de atacağım!” Atatürk,Şeyh Sait isyanı başlar başlamaz, Fethi Bey'e “Sen bu işi beceremiyorsun, istifa etsen iyi olur” demiş, Fethi Bey bu tavsiyeyi dinlememişti. (Kılıç-Turgut,2010:242)

 Ali Fuat Cebesoy ise olayı ayrıntılı bir şekilde Hatıralarında şöyle anlatır: Bundan sonra Dahiliye Vekili Cemil, Bahriye Vekili İhsan, Adliye Vekili Mahmut Esat Beyler söz alarak şiddet taraftarlığı gösterdiler. Bunlara Şark vilâyetlerinin mebusları cevap vererek Fethi Bey'e itimatları olduğunu söylediler. Fethi Bey hükümetine ekseriyetle itimat edilmediğinin hissedildiği sırada bazı müfritler söz alarak:- Efendiler, bu fırkanın bir lideri vardır. Onu dinliyelim, dediler.Bu teklif kabul edilerek Riyaset odasında bulunan Gazi, fırka içtimaına davet edildi. Alkışlarla karşılanan Gazi uzun beyanatta bulundu, ezcümle: “Milletin elinden tutmağa lüzum vardır. İnkılâbı başlıyan tamamlıyacaktır” dedi.

seyh-said-ingiliz-ajani-mi-ingiliz-silahlari-para-musul-kemal-atatc3bcrk-kc3bcrt-istiklal-mahkemesi-5
Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam haberi. Vakit Gazetesi, 13 Zilkade 1343 (1925M.) 

 Bundan sonra müfritler tarafından verilen takrir reye kondu. 60 itimat reyine karşı 92 reyle hükümete adem-i itimat beyan edildi. Fethi Bey bunun üzerine istifasını verdi. Başvekil, fırka içtimaında ekalliyette kalmıştı. Fakat hâlâ Mecliste itimadı haizdi. Fethi Bey 92 reye karşı 60 rey almıştı, buna diğer fırkaya mensup olanlarla müstakiller ilâve edilecek olursa, Fethi Bey'in Meclisteki ekseriyeti yüzü geçecekti. Kabul edilen takrir şiddet siyasetini, mücrimlerin istiklâl mahkemelerine gönderilmesini, örfî idare mıntıkasının büyütülmesini istiyen bir takrirdi.

 Fethi Bey Kabinesi zahiren Genç hâdisesinden(Şeyh Sait İsyanı) dolayı düşmüştü. Fakat Halk Fırkasındaki cereyanları, fırkanın içyüzünü bilenler, iş başına geldiği günden beri Fethi Bey'in kuyusunu kazan bir zümre bulunduğunu anlamışlardı.

 Halk Fırkası'nın fevkalâde toplantıya davet edilmesi üzerine İsmet Paşa nekahetini yarıda bırakarak İstanbul'dan Ankara'ya geldi. Müfritler hâdiseden İstanbul gazetelerini ve Terakkiperverleri mesul tutuyorlardı. Halbuki âsiler gazete okumak şöyle dursun, Türkçe bilmiyorlardı. Terakkiperverler ise Şark vilâyetlerimizde ve isyan mıntıkasında hiçbir teşkilât yapmamışlardı. (Cebesoy,2007:544)

 İsyan Günleri ve Dumanlı Hava

 Ardından plânlanan oyunun diğer merhalelerine geçilir: İsyanın ortaya çıkardığı dumanlı havadan istifade ederek ülkede bir baskı zemini kurulur. Ne var ki liberal tavırlarıyla bilinen Fethi Bey'in “Sadece asiler ve tahrikçiler cezalandırılacak ve suçlular cezalarını görecekler” (Özalp,1992:37)  şeklindeki anlayışı plânın önünde bir engel teşkil etmektedir.

 Çok geçmeden Mustafa Kemal'in talebi üzerine Meclis olağanüstü toplanarak Şeyh Said isyanını görüşmeye başlar. Meclise önerge veren bir grup milletvekili isyanın ‘Umumi ve irticai' olduğunu ileri sürerek yurt çapında tedbirler alınmasını ister. “Önerge gruba sunuldu ve çok az bir oy farkıyla görüşülmesine karar verildi”' (Özalp,1992:38) 

 Şubat ayının 20'sinden itibaren Meclis'te Şeyh Said İsyanı konusunda alınması gereken tedbirler tartışılmaya başlanır. Halk Fırkalılar'ın çoğunluğu ısrarla bütün vatanı kapsayan çok sıkı tedbirler alınması gerektiğini müdafaa ederken, Terakkiperver Parti'nin mebusları buna karşı çıkıyorlardı. Başbakan Fethi Bey de muhalifler gibi düşünüyor, ülkeyi kapsayan sıkı tedbirlerin özgürlükleri kısıtlayacağını ileri sürüyordu. 

 Başbakan Fethi Bey; “‘Aldığımız tedbirler kâfidir. Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana boyayamam'”  (Yetkin,1997:54)  diyerek bariz bir şekilde sertlik yanlılarına tavır koymayı sürdürüyordu. Ancak Fethi Bey'in bu tavrı Halk Fırkalıların büyük tepkisine sebep olmuş, “Bazı mebuslar tabancalarına davranarak Fethi Bey'e hücum etmeye kalkmışlardı.” (Ateş,1998:240) 

 Terakkiperver Fırka adına konuşan Kazım Karabekir Paşa ise olayla ilgili Halk Fırkalılarla aynı duyguları paylaştığını, isyanı çıkaranların vatan haini oldukları hususunda bir şüphe bulunmadığını vurguladıktan sonra çıkarılmak istenen kanunun ülke çapında “Abdülhamit devrinde bile misli görülmeyen bir istibdata yol açacağını”  söylüyordu. (Karaosmanoğlu,1993:95) 

 Rauf Orbay ise "Sadece Bingöl vilayetini kapsayan bir isyan ile Cumhuriyetimizin tehlikede olduğunu kabul edemem. Çıkarılmak istenen kanun istismara müsaiddir." (Apuhan,1993:182)   diyerek Sûkun Kanunu'na karşı çıkıyordu.

 Kanun'un müzakereleri sırasında Terakkiperver Fırka adına konuşan Halis Turgut Bey ise, iktidarın gizli emelini deşifre edecek şu tãrihi soruyu iktidar mensublarına yöneltmişti: “Kanunun iki sene hüküm sürmesini istiyorsunuz. Hükümete soruyorum: Bu isyan daha iki sene devam mı edecek?” (Arvas,1946:45) 

 Gerçekten de “Şeyh Said İsyanı Bingöl dışında hiçbir vilayet, kaza ve köye sirayet etmemişti.”  Muhalefetin genç ve ateşli sözcüsü “Feridun Fikri ise bu Kanun'un Fransız ihtilalinde yüzlerce masum ve mazlum kişinin canına kıyan ‘Şüpheliler Kanunu'ndan farklı olmadığını haykırıyordu.” (Karaosmanoğlu,1993:96) 

 Muhalifler ve Fethi Bey böyle düşünürken sertlik yanlılarının başını çeken Hariciye Vekili İsmet İnönü ülkede zaten yeterince özgürlük olduğunu savunmaktaydı. İnönü, ‘Muhalefetin fikirlerini son kelimeye kadar söyleyebildiği millet kürsüleri bütün dünyada nadirdir' (Apuhan,1993:183)     sözleriyle özgürlüklerin kısıtlanmasını istemekteydi.

 Lozan'dan yeni dönmüş Hariciye Vekili İsmet Paşa ‘Bu isyan geneldir' iddiasını ısrarla müdafaa ederken, “Meclis Reisi Kazım Özalp, Refik Koraltan, Celâl Bayar gibi mebuslardan da büyük destek görüyordu.” (Arvas,1946:46)  

 Çankaya Köşkü'ne davetli olduğu bir akşam Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun bizzat müşahede ettiğine göre; bu grubun arkasında Mustafa Kemal vardı. “Bu meselede Atatürk'ün görüşü İsmet Paşa'nın görüşünden ayrı değildi.” (Karaosmanoğlu,1993:93)   

 Takrir-i Sükûn Kanunu

 İşte bu dumanlı havada sonraki yıllarda ‘Takriri Sûkun Kanunu' olarak şöhret bulacak Kanun, iki gün iki gece Meclis'te müzakere edildikten sonra 7 Mart 1924 tãrihinde kabul edildi. Bu kanunla biri Doğu'da bir Ankara'da olmak üzere iki İstiklâl Mahkemesi kurulması ve bu mahkemelerin verdikleri idam kararlarının Meclis'in tasdiki olmadan infaz edilmesi hükme bağlanıyordu.

 Kâzım Karabekir Paşa, isyan hareketi münasebetiyle milletin tabiî haklarını tazyike mâtuf olacak hareketlere taraftar olmadığını izah etti. Kâzım Karabekir Paşa  şöyle demişti: Endişemiz böyle elâstiki, istenildiği şekle sokulabilir bir kanunla hak ve hürriyetin tahdid edilmesidir. Bu kanunun kabulü ile matbuat memleketimizde tamamiyle tahdid edilmiş olacaktır. Herhangi bir yerde siyasi taazzuvlara karşı zan ve vehimlerle icraata kalkışılacaktır. Yirminci asırda zan ve vehimle millet idare edilemez. (Cebesoy,2007:550)

 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından Feridun Fikri Bey (Dersim) de söz alarak tasarıyı tenkid etmiş, Kanunun Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 70 inci maddesine muhalif olduğunu söylemişti.

 Ne varki kanun 22 muhalife karşı 122 ile kabul edilmişti. Kanun iki seneliğine çıkarıldı ve iki kez uzatılarak 1929'da kaldırıldı. Bu kanun, hükümete, mahkeme kararı gerekmeksizin sonsuz yetkiler verdi. Hükümet her örgütü kapatabiliyor, her yayını yasaklayabiliyor ve her gazeteyi ortadan kaldırabiliyordu. Nitekim Kanunun ardından İsmet Paşa Hükûmeti ilk icraatı olarak 6 Mart 1925'de Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, İstiklâl, Sebilürreşat, Aydınlık gazetelerini müddetsiz olarak kapattırmıştı. (Cebesoy,2007:556)

 Ordu birlikleri de Şeyh Said'in üzerine yürürken, kurulan İstiklâl Mahkemesi de Doğu'ya hareket eder. İstiklâl Harbi sırasında daha ziyade asker ve kanun kaçakları için kurulmuş İstiklâl Mahkemeleri bu sefer bir isyanın sorumlularını yargılamak için kurulmuşlardı.

 Yaygın kanaate göre; Bu ayaklanma sonrası tekrar kurulan İstiklal Mahkemeleri  zamanın iktidarının bir kolu olarak çalışmış ve muhalefetin susturulmasında önemli roller oynamıştı.

 Mete Tunçay bu kanunu şöyle analiz eder:Bu kanunun uygulanmasıyla her şey, bütün hayat değişiyor. Cumhuriyet'in kimliği belirleniyor. Meclis'tekiler kuzu gibi oluyor, hükümet ne isterse yapıyor. Takrir-i Sükûn öncesinde daha özgürlükçü olan Cumhuriyet, Takrir-i Sükûn Kanunu'ndan sonra diktatöryal bir cumhuriyet oluyor. Eleştiriler yapabilen bir basın varken, gazeteciler Diyarbakır'daki İstiklal Mahkemesi'ne gönderiliyor.(Tunçay,2010)

 Akyol, bundan sonrasını şöyle anlatıyor: İstiklal Mahkemeleri gazetecileri edeplendirmek, hizaya getirmek, yıldırmak için onları da Diyarbakır'a götürüyorlar. Hüseyin Cahit, Ahmet Emin Yalman gibi çok laik insanlar hakkındaki suçlama ne biliyor musunuz? “Siz, hükümeti eleştirerek onun otoritesini sarstınız. Şeyh Sait de bundan cesaret alarak isyan etti.” Aslında İstanbullu gazeteciler, rejime karşı yönelttikleri genel liberal eleştirilerden ötürü Şark İstiklal Mahkemesi'nde işte böyle yargılandılar. (Akyol,2012)

 Böylece Kürt ayaklanması, muhalefeti tasfiye etmek için bahane olarak kullanılıyordu. Cebesoy İstanbul'a gönderilen İstiklal Mahkemesini şöyle anlatır: İsmet Paşa hükümet erkânı bu tenkidlere tahammül gösteremiyerek «Millî Mücadele henüz bitmemiştir. O vakit nasıl ihtilâl etmesini bilmişsek bu gün de ihtilâl ederiz» gibi tehditlerle diktatörce idareye başladılar. Bunun ilk tatbikatı olarak İstanbul'a bir istiklâl mahkemesi gönderdiler.(Cebesoy,2007:583)

 İstanbul Mebusu Yusuf Akçura, ‘İstanbul muhitinde ecnebî fesat yuvaları bulunduğundan ve âdi mahkemelerin bunları meydana çıkaramayacağından' bahisle İstiklâl Mahkemesi gönderilmesine hararetle ileri sürmüştü.

 Yusuf Akçura'nın bu iddiası Rauf Orbay'ı son derece rahatsız eder:Rauf Bey, kendisinin de İstanbul Mebusu olduğunu, böyle yuvalara dair bir şey işitmediğini, hakiki bir sebep yoksa, İstiklâl Mahkemesi göndermenin İktisadî vaziyeti sarsacağını söylemiş, «Daha çok memleketin şarkında fesat çıkarılmağa çalışılıyor, hükümetin buraya dikkatini çekerim» demişti.İstiklâl Mahkemesi gönderilmesi gayet az bir ekseriyetle kabul edildi (Cebesoy,2007:479)

 Kanunla birlikte Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı destekleyen gazetelerle sol eğilimli dergi ve gazeteler kapatıldı. Ayrıca iktidara muhalif olduğu bilinen Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü Esmer ve Suphi Nuri İleri gibi gazeteciler Şark İstiklal Mahkemesi'nde yargılandılar. Bu gazeteciler bir süre sonra serbest bırakıldılarsa da, Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan Hüseyin Cahit Yalçın mahkûm oldu ve Çorum'da süresiz sürgün cezasına çarptırıldı.

 Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'ne 389 maznun gönderilmişti. Bunlardan 28'i vicahen yargılanmış; 21'i idama mahkûm edilmiş, geri kalanlara da muhtelif cezalar verilmişti.

 İstanbul gazetelerinin başlıca yazarları, yıldırmak maksadıyla, Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi'ne gönderilmişlerdi. Bunlara seyahatleri esnasında öyle tazyik yapılmıştı ki yazarlar iki defa telgrafla Gazi'ye iltica ederek bundan böyle yalnız iktisadiyata ve içtimaiyata dair yazı yazacaklarını bildirmişler, af istemişlerdi. Yazarların mühim bir kısmı bu suretle beraat etmiş, fakat memlekette tenkid edici matbuat kalmamıştı.

 Takrir-i Sükûn ve İstiklâl Mahkemeleri devri başladıktan sonra İstanbul'da 14 günlük gazetenin adedi altıya inmiş, bunların günlük baskısı 49 bine düşmüştü. Bu baskının hiçbir devirde bu derece azalmış olduğu görülmemişti. (Cebesoy,2007:566)

 Tunçay yaşananları şöyle özerler: Meclis biri Diyarbakır'da, diğeri Ankara'da iki tane İstiklal Mahkemesi kurdu. Ankara'dakinin yetki alanı bütün Türkiye oldu. Bu kanuna dayanarak, Ahmet Emin Yalman'a varıncaya kadar, İstanbul'un belli başlı bütün gazetecilerini toplayıp isyan bölgesine gönderdiler. “Demokrasi ve özgürlük isteyerek, Şeyh Sait ayaklanmasını dolaylı olarak desteklediler” diye gazetecileri yargıladılar. Bu kanun, sadece muhalefetin canına ot tıkamakla kalmıyor, ülkedeki her türlü özgürlüğün de canına okuyor. Takrir-i Sükûn, çok büyük bir dönüm noktasıdır. Takrir-i Sükûn, erken Cumhuriyet açısından gerçek bir kırılmadır. (Tunçay,2010)

 HAFTAYA: ŞEYH SAİT İSYANINI KİM, NEDEN ÇIKARDI ? (2)    

 

                                                      KAYNAKLAR

 

 Akyol Taha, (2009), Neşe Düzel, Taraf, 16-17-18.11.2009

 Akyol Taha, (2012), Neşe Düzel, Taraf, 06.02.2012

 Altan Mehmet, (2001), Birinci Cumhuriyet Üzerine Notlar, İstanbul: Birey Yayıncılık

 Apuhan Recep, (1993), Öteki Menderes,İstanbul:Timaş Yay

 Arvas İbrahim, (1946), Tãrihi Hakikatler, Ankara:Yargıçoğlu Matb.

 Ateş N. Yurtseven, (1998), T.C.'nin Kuruluşu ve TCF,  İstanbul:Der. Yay

 Banguoğlu Tahsin-Yazıcı Olcay, (2001), Eğitim ve Kültür Trajedimiz, İstanbul: Marifet Yayınları.

 Cebesoy Ali Fuat,(2007),Siyasi Hatıralar, İstanbul:Temel Yayınları

 Hale William,(1996) Türkiye'de Ordu ve Siyaset,  İstanbul:Hil Yay.

 Karaosmanoğlu Y. Kadri,(1993), Politikada 45 Yıl, İstanbul:İletişim Yay.

 Karpat Kemal,(1996),Türk Demokrasi Tãrihi,  İstanbul:Afa Yay.

 Kılıç Ali -Turgut Hulusi,(2010)Kılıç Ali'nin Anıları, İstanbul:İş BankasıYay

 Özalp Kazım, (1992), Anılar,  Ankara: İş Bankası Yay.

 Özdemir Hikmet, (1995),Türkiye Cumhuriyeti,  İstanbul: İz Yay.

 Öztürk Muhsin,(2012), Aksiyon, Sayı: 891, 02-01-2012 

 Özoğlu Hakan,(2010), 11/07/2010

 Tunçay Mete, (2010), Neşe Düzel, 1-2-3.03.2010

 Uran Hilmi, (2007) Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım, İstanbul: İş Bankası  Yay.

 Yetkin Çetin,(1997), Serbest Fırka, İstanbul: T. D. Yay.